Freitag, 21. März 2008

Son Izledigim Filmler

Son birkac gun icinde izledigim 3 filmin reklamini yapasim var (Gece saat 3'u gectigi icin yorum yapacak halim kalmadi). Her biri de baska yone bakiyor, ama ucu de kalbime degdi.

Tsotsi: Bir insanı sevmekle başlayacak her şey!

Johannesburg varoşlarında yaşayan ve lakabı gangster anlamına gelen Tsotsi olan David, arkadaşlarından oluşan küçük bir çeteye liderlik yapmaktadır. Bir gece zengin semtlerden birinde araba çalmaya çalışırken arabanın sahibi olan kadını vurarak kaçar. Uzun bir süre sonra arabanın arkasında bir bebek olduğunu fark eder. Bebeği kendi evine götüren Tsotsi'nin hayatı bebek ile birlikte tamamen değişir.

Spanglish: Bir başkadır benim memleketim!

Flor kendine ve kızına daha iyi bir yaşam kurabilmek için Meksika’dan Los Angeles’a göç eder. Yaşadığı dil problemlerine rağmen John ve Deborah Clasky tarafından evlerinde temizlik işlerini yapmak üzere işe alınır. Ancak iş bulmak Flor’un hayatını kolaylaştırmaya yetmez. Önünde zorlu engeller bulunan genç kadın hem yeni bir dile uyum sağlamak hem de büyümekte olan kızının sorunlarıyla baş etmek zorundadır.

Gandhi: İnsanlar el ele tutuşsa, birlik olsa, uzansak sonsuza!

Bir tren yolculuğuyla başlayıp, nefretle sıkılan birkaç kurşunla biten bir yolu izliyoruz üç saatlik Gandhi belgeselinde. Derisinin renginden dolayı trenden atılmasına içerleyen genç avukat, yılmadan, bıkmadan ırkçı yasaların kaldırılması için direniyor İngiltere'nin sömürgelerinden birisi olan Güney Afrika'da. Yıllar süren sabrı ve inatçılığı kazanmasını sağlıyor. Hindistan'a bir kahraman olarak dönüyor. 'Pasif olmayan' pasif direnişle İngilizler'e karşı ülkesinin bağımsızlığı için savaşıyor.

Mittwoch, 19. März 2008

Kim Uyuz?

Bence biz teşhirci ruhlarız. Blog private olunca kimsenin canı bir şey yazmak istemez oldu.Yine de sakın Özlem'e bu konuda bir şey demiyin. Bir sinir basması yaşıyor buna dair.

Ben uyuzum diye bana uyuzmuş. Oysa ben de o bana uyuz diye ona uyuzdum. Ben bişi anlamadım bu işten ama giderek harbiden uyuzlaşıyorum. Anlamıyorum diye.

Hafiye anladığı sürece varlık gösterir ki. Karıştırmayın kafasını

Donnerstag, 13. März 2008

French Chick Chandler Meksika' dan Bildiriyor...

13 Mart 2008 saat 19:08 itibariyle düellocu, Tetteh ile giriştiği düelloyu bıraktığını beyan etmiştir. Kısa sürede insanların nefretini kazanan Tetteh'i düelloyu kazandığı için istemesem de tebrik ediyorum. Düellocu' ya gelince ondan yenilgiyi olgunca kabullenmesini bekliyoruz, bahanelerin ardına sığınmak ona göre olmamalı. Previously on Lost...

Dienstag, 11. März 2008

Gattaca


Lost dizisini Internet aleminin faideli araclari ile yudum yudum emerken arada buradaki ev arkadasiminin 6 ay once seyret diye verdigi divx filmi de seyredeyim dedim. Filmin adi Gattaca, normalde bilimkurgu ile pek aram iyi olmasa da bu bilimkurgu filmini bayagi begendim. Ben burada yazmaya baslamadan once yazan arizali siyahi arkadasimiz Tetteh'in bahsede bahsede baydigi (saka saka:)) kimlik karisikligi muhabbetlerini hatirlatti bu film. Filmde Ethan Hawke, Jude Law ve Uma Thurman ablamiz oynamakta; filmin mottosu "There is no gene for the human spirit", yani insan ruhunun geni yoktur. Filmden fazlaca bahsederek "spoiler" vermekten kacinmak isterim, ama su kadarini soyleyeyim genleri yeterince iyi olmayan (Tanri dogumlu) Ethan Hawke ideallerine ulasabilmek ugruna mukemmel genlere sahip (genetik biliminin urunu) Jude Law' un kimligine burunur. O zamanda hersey genlere bakilarak yapilmaktadir cunku, iyi bir is icin iyi bir gen haritanizin olmasi gerekmektedir. Genetik olarak kalitesiz olan Ethan Hawke, neredeyse mukemmel genlere sahip Jude Law' un sadece kimligi ile basarili olabilecek midir acaba?

Not: Gattaca, kelime olarak DNA enzimlerinin bas harflerini iceriyor (Adenin, Timin, Cytosin, Guanin), bu da size ilginc bir ayrinti olsun :)

Montag, 10. März 2008

Lost and Found

Sali ve Persembe aksamlari is cikisi Fransizca ogrenmeye gittigimden, Persembe aksamlari ABC'de yayinlanan all-time-favori dizim Lost'un yeni sezon bolumlerine Fransiz kalmaktaydim. Dorduncu sezonun altinci bolumu yayinlanmisti gecen persembe ve ben sadece birinci bolumu izleyebilmistim daha. Bu icimin icimi yemesi durumu, Pazar aksami hicbir kanalda izlenecek hicbirsey bulamama sendromuyla birlesince, google'da aldim solugu. Bir de baktim ki sevgili ABC kanali eski bolumleri sakir sakir internet uzerinden isteyene izletmekte. Buyuk bir sevincle bilgisayari TVye baglayan S video kablosunu taktim, TVyi ayarladim, ABCnin linkine tikladim, o da ne!, soyle bir mesaj: "Only viewers within the United States can watch these full-length episodes".

Uzunca bir homurdanma ve kisa bir sovme arkasi, kendimi yine google'da buldum. Oyle ya biri mutlaka bu haksizliga bir son vermis olmaliydi. Kisa surede anladim ki, biri degil, epey birileri vermis. Ispanyolca alt yazilisindan, cince dublajlisina kadar butun "Lost" episode'lar bulunabilirmis modemli ozgurlukler dunyasinda. Portekizce alt yazili olani sectim, kalitesi daha iyi diye. Caktirmadan portekizcem de gelisir hem belki (bilincalti okur ekrandakini falan geyikleri). Uc bolum izlemisim soluksuz. Bu aksam da kalan iki bolumu izleyebilirsem, yetismis olucam ABC'ye.

Bu yeni sezonda en cok dikkatimi ceken sey, ilk uc sezonda (son birkac bolum haric) hep gecmis yasantilarindan kesitler sunulan kahramanlarin, bu sezonda ada sonrasi yasantilarindan ipuclari verilmeye baslanmasi. Neyse, fazla konusmayayim yeni bolumler hakkinda, daha izlememis olanlar kafami kirmasin sonra. Ama bilmiyorduysaniz artik ogrendiniz iste: Lost and Found - freely streamlining on the net!

PS: Bu tip yazilarin soyle yan etkileri olabiliyor bazen: "E yuh yani, geri kalmisin sen de kardesim, yeni mi ogrendin daha bunu, biz daha HeMan varken kacirdigimiz bolumleri netten izlerdik".

Ama olsun, naapalim, belki benden de geri kalanlar vardir di mi? (yok mudur? hadi ya!)

Samstag, 8. März 2008

Benim Burada İşim Yok

Buraya (kısa) bir süredir yazıyor olmama rağmen aslında kendimi, sayıları en fazla onlu rakamlarla ifade edilebilecek okuyuculardan farklı hissetmedim. Hala da hissetmiyorum. Burada blog adı altında sergilenen gereksiz, bir o kadar da acınası ruh hali tezahürlerine daha fazla dayanamayacağım. Gereksizliğe katlanabilirim, bazen bir şey gereksiz ama eğlenceli de olabiliyor, ama hezeyanlara, mızıldanmalara katlanamıyorum. Burada gördüğüm bir üretim değil, bu blogun yazarı bir şey üretmiyor, aksine tüketiyor.

Gitarla canlı müzik çalınan bir barda, birden uzun saçlı ve sakallı bir eleman gitar çalan adamın yanına gelip mikrofonu eline alır. Meğer bu adam gitarcının çok eskiden arkadaşıymış; neyse eleman elinde mikrofonla konuşmaya başlar. Senelerce önce bu gitarcı ile birlikte sahneye çıkarlarmış, gitarcı adam gitar çalarken bu eleman da şiir okurmuş. Şimdi de bir emrivaki yapıp şiir okumak istiyormuş. (Deyip arka cebinden bir A4 kağıt çıkardı, önceden planlanmış bir emrivaki...) Şiirin adı "Akasya" idi, iğrenç bir şiirdi ve galiba bir aşk şiiri olması düşünülmüştü. Sonradan anladım ki, Akasya dediği şey aslında sevgilisiydi. Sevgilisi gibi görünen kişi de benim karşı masamda oturuyordu. Adam şiiri okudu, (nedense) insanlar da alkışladı. Şiir, şiir denilebilecek bir şey değildi, götten sıkılmış paçavra kelimeler dizisiydi. Şiiri bitiren eleman sevgilisi olduğunu düşündüğüm kişinin yanına gitti, 5 dakika daha oturup gittiler.

Neydi bu? Resmen hatunu şiirle etkilemeye çalışan bir adamın, iğrenç şiirine maruz kalmıştım, adam amacına ulaşmış (gerçi belki de ulaşmamıştır), ben ise bu adamdan, sevgilisinden, hayattan ve insanlardan 5 dakika boyunca nefret etmiştim. Abartıyor görünebilirim, ama aslında şiir okuyan adam benim kişilik haklarıma tecavüz etmişti. Benim değerli(!) zamanımı ve keyfimi kendi çıkarları için çalmıştı. Kendi kendini tatmin etmişti, kendi içini organize etmişti, kendini kendine ve akasyasına vaat etmişti.

Ben burada bir daha yazmıyorum, hatta okuyacağımı da sanmıyorum,üzgünüm.

Freitag, 7. März 2008

Kral Çıplak !

Dün gece psikiyatrist/çizer/yazar/bloglar Yankı Yazgan'ın bir yazısını okudum (Bknz, her gece başka bir eğlence; blog blog geziyorum). Aynen aktarıyorum:

"Kral çıplak" metaforu pek tutulur. Genellikle (giyinik olduğunu hayal eden kralın ve onun hayaline bir biçimde katılan halkın tersine) gördüğünü söyleyerek "kral çıplak" diyen çocuk, yüceltilir. Herkes de kendisinin o doğruyu söylediği halde, kimsenin kulak asmadığı çocuk olduğu düşüncesindedir. Burada iki itirazım var: Bir. Çocuk, doğrucu ya da dürüst olmayı "seçtiği" için değil, o yaşlarda hayal gücünün gelişmemişliği ve kıvırtma/yalan söyleme becerisinin (evet, beceri) gelişmemiş olması sebebiyle, kral çıplak demektedir. Bir cesaret örneğinden ziyade, öyle demekten başka bir yol bilmemek ile karşı karşıyayız. İki. "Kral çıplak" dememeyi öğrenmek, hayatın temel sırlarından birisi olan kendini aldatmayı öğrenebilmiş olmak demektir. Hayatın çıplak gerçeklerini görmeyi erteleyebilmek, hayatı hiç bitmeyecekmişcesine yaşayabilmeyi, asılmayı sağlar. Başka itirazı olan? Bozacak ezber çok vallahi.

"Kral çıplak" dememeyi öğrenmek, hayatın temel sırlarından birisi olan kendini aldatmayı öğrenebilmiş olmak demektir. Hayatın çıplak gerçeklerini görmeyi erteleyebilmek, hayatı hiç bitmeyecekmişcesine yaşayabilmeyi, asılmayı sağlar". Ahh, kalbim !!! (Aynen Herb'in dediğin gibi: Bu kadar analiz ruha zararlı).

Neo-çıtır'ın kullandığı bir etiket var: Anane bana aşkı anlat. Çok sevimli, çook. Alakası yok gibi görünüyor ama ben de şu dakika aynen böyle demek istiyorum işte. Anane bana aşkı anlat!

Donnerstag, 6. März 2008

Ayıp Şeyler

Hani arada normal bir mevzuyu anlatırken edepsiz sayılabilecek kelimeler çıkagelir ya elinizden- geçen hafta Tetteh'ten çıktığı gibi- sonra arama motorlarında bilmem ki hangi hayalin izini süren Bakar, sizin aseksüel sitenize düşüverir. Ee görecek bişey olmadığından, fazla takılmadan gider. P.nsiyon'a mesela, m.m filan yazan rahat rahat ulaşırdı.

Neyse, dedim acaba m.stürbasyon ve blogspot yazarak buralara ulaşılır mı? (Kuru reytinge hiç lüzum yok). Buraya olmasa da NeAyıpŞeylerBunlar 'a ulaşılabiliyormuş. Dün gecemi de bu blog'da geçirdim işte.

Kesinlikle incelemeye değer. Tematik, cesur, organize ve ilham verici ! :)

Samstag, 1. März 2008

Forgery


Zehir Hafiye ve balik etli pansiyon müdiresi Düellocu blog blog kardeşlikler kurarlerken arka planda başarılı bir 'forgery' operasyonu gerçekleştirildi. Kimsenin anlayamadığı (ya da anlamak istemediği) kimlik karışıklıkları benim gibi hayattan çok canı sıkılmış birini hiç olmazsa biraz olsun eğlendirdi. Oraya buraya emanuel tetteh ismiyle yorum bırakan arızalı arkadaş bana mesaj atmış ve sormuş: 'Niye Tetteh ismiyle blog açmışmışız, nereye varmaya çalışıyormuşuz?' Tabii cevap vermedim, ama bundan garip bir zevk duyduğumu itiraf edeyim.

Zehir Hafiye ve b.e.p.m. Düellocu birara bunlarin bloglarina yorum yazan emanuel tetteh isimli kişinin ben olduğumu düşünürlerken, emanuel tetteh kardeşimiz de benim aslında b.e.p.m Düellocu ile aynı kişi olduğumu sanıyordu.
Aslında ilk etapta Tetteh lakabını emanuel tetteh arkadaşımızdan çalmış gibi görünsem de tarihi sebeplerden benim de en az onun kadar bu ismi kullanma hakkım var, bu ismin asıl sahibi siyahi futbolcu 2000' li yılların başlarında geyik muhabbetlerimize az malzeme olmamıştı. Bu yüzden bu isimle yorum yazan birilerinin olduğunu b.e.p.m Düellocu söylediğinde bayağı bir şaşırmış ve hemen bu karakteri sahiplenmiştim. Uzun lafın kısası, bayağı bir gereksiz işler bunlar.

Şu an aklımda önemsiz bir soru var, bir insan niye 'emanuel tetteh' rumuzunu kullanır?

* İyi de resimdeki adamlar da kim diye soruyorsanız, cevap Tony Clifton ve Andy Kaufman. Tamam da nedir bunların olayı diye hala kasıyorsanız, size google.com adresini tavsiye ederim. Bu adamlarla bu yazının bağlantısı ilk kuran kişiyi 'kahveye' davet ediyorum.

Mittwoch, 27. Februar 2008

Blog Kardeşliği

Düşmanın izini süreceğim derken "acaba listesi"ne bir şekilde giren Fantastic Four kazı çalışmalarımdan nasibini aldı:) Hafiye ile kaynaşmaları sonucu bir zamandır yarım göz takip ettiğim bu dörtlüyü incelemeye aldım. Sonuç: Ben bu çocuklara bayıldım!

Tetteh blog yazmayı acizlik, yazarlarını ise yalanları bezeyen mastürbatörler olarak görme eğiliminde olsa da, ben bardağın dolu tarafına bakmayı tercih ediyorum. Satır aralarında samimiyet, zeka, insani kargaşalar bulmayı, hikayeleri çözüp birbirine bağlamayı beceri sayıyorum.

Neyse efendim, tuhaf ama başıma geldi. Sabahın 6'sına kadar ilk blog günlerinden başlayarak okuduğum bu dörtlüye garip bir yakınlık duyuyorum şimdi. Herbert'tan bir makas alıp kuzucum diyebilecek; Horatio'nun (varsa) saçını çekebilecek; Mr TGM'ye beni de disco'ya götürmesini söyleyebilecek; blog'un prensesi Melo'ya Miller'ları alıp gidebilecek bir duygu durumuna evrildim (Korkmayınız, yapmicam! Ve karşılık beklemeden seviyorum sizi:)) Tetteh'in yıkıcı tavrına nasıl uyuz olduysam, bu zeki gençlerin iç kargaşalarını ve paylaşımlarını da o derece sempatik buldum.

Bence blog iyi bi şey:)


*18'li yaşlarımızda mastürbasyon kelimesini fikirsel tartışmalarda cümle içinde kullanmak bayağı havalı bi şeydi, onu hatırladım! Öyle ya hem enteldik, hem cesur. Aşmıştık canım:)

** Tetteh, Hafiye senin peşime düşen bir hayran olduğunu da ihtimaller dahilinde inceliyor. Bakmışsın kız (ben oluyorum) meraklı, arıza sever görünüyor; buradan ilgi çekmek istemiş olabilirmişsin. Bende kavgasız aşk olmazmış hem. Benim naif, mahsun prensesliğimden bahsediyor bi de; bakınız şimdi kim naif?:)

Dienstag, 26. Februar 2008

Yalanlarla Bezeli Mastürbasyon

Blog denen bu oluşum ilk çıktığı zamanlarda da şimdi düşündüğüm gibi düşünmüştüm: Blog bir nevi mastürbasyondur.

Dönem dönem ortaya çeşitli şekillerde fışkırtılan bu blog denen sayıklamaları takip etmeye başladım, ilginç geldi bana. Çevremdeki ilginç insanları da ara sıra büyük bir konstrasyonla gözlemlediğimi farkettim. İnsanların yalandan oluşmuş (ya da oluşturulmaya kasılan) imajlarını, kaygılarını ve ezikliklerini gizlemeye çalışmalarını anlamaya çalıştım. Mesela çalıştığım fabrikadaki gariban işçilerin aralarında "müdüre geçenlerde şöyle ayar verdim, baktım alttan almıyor, 'ver lan çıkışımı dedim', adam hemen yola geldi" havalarındayken; Müdür Bey gerçekten ortama geldiğinde delikanlı tavırların hemen değiştiğini gördüm. Müdür Bey geldiğinde hepsi hazırola geçmişlerdi. Mastürbasyon bitmişti.

Blog yazılarını okumak, aynı fabrikadaki işçilerin davranışlarını gözlemlemek gibi bir şey oldu benim için, ilginçti yazıların arasında gördüğüm yalanlar, kaygılar, vs. Çoğu insan da trafik kazası seyretmeyi sever, hatta eminim içlerinde kaza geçirmiş arabanın hasarı ne kadar büyükse o kadar çok mutlu olan insanlar bile vardır. Ben de bu kaza seyretme olayını anlayamam. Benim ilgimi ise davranışsal kazalar çeker.

Bir gün bu davranışsal kazalardan birinde yorum yapayım dedim ve iş kazazede tarafından burada blog yazarı olarak davet edilmeme kadar vardı. Kazazede bu yazıdan önce 'Neden Blog?' başlığıyla bir yazı yazmış. Yazının en büyük yalanı ise yazmanın kazazedenin içini organize ettiğini iddia etmesi. İlk bakışta ne kadar da ulvi bir sebep değil mi? Peki, dürüst olun ey seyirciler, hanginiz bunun ne anlama geldiğini anladı? Bence hiç biriniz, çünkü anlamı yok.

Yazdığını paylaşmak kendini kendine vaat etmek demek derken sevgili kazazedemiz umutsuz mastürbasyonunun sonlarına yaklaşıyor. Bence asıl ilgi çekici olan şey bu tarz dolu gibi görünüp aslında içi boş olan hezeyan örneklerini gözlemlemek, analiz etmek...

Benim benzerim yok, hiç günlük de tutmadım.

Banyoda Düello

Ahh hiç güleceğim yoktu:) İşte savaşmanın sonu!

Erman Toroğlu Düello adında yarışma programına başlıyormuş, iyi mi? Sen bunca karizma kas; düşmanın Tetteh, kankan Hafiye, birlikte anılacağın kişi Toroğlu olsun:)

Montag, 25. Februar 2008

Neden Blog?

Neredeyse Cin Ali yıllarından itibaren her zaman günlük tuttum. Komşunun oğluna ilk aklım kaydığında, kanlı ergenlik çatışmalarımda, kimselere anlatılmaz aşk buhranlarımda, bu dünyaya neden geldim sorgulamalarımda, kimliğimi eçiş bücüş çekiştirdiğim, yetersiz, gereksiz, başarısız, yanlız, sevgisiz, çaresiz hissettiğim hemen her anda kelimelere sığındım. Herkesin yaşamla baş etmek için geliştirdiği bir yolu vardır; ben kendimi kendime yazdım, kustum rahatladım. Ama bolca yıl geçirdim, aynı şeyleri yazmaktan sıkılarak, yine de aynı şeyi yaşamaktan kurtulamayarak.

Sonunda, şükür ki -bol kan-gözyaşı-dram geçti, büyüdüm. "Yüzüm gülüyor ama ahhh bir de içime sor" karanlıklar prensesliğini bıraktım. Yüzeyselliği kabul edemeyeceğim ama gereksiz kırılganlıklarımdan kurtuldum. Benzerlerimi buldum, kendim olarak şu dünyada kendime bir yer açmayı öğrendim.

Yazmak artık içimi kusmak değil, içimi organize etmek demek. Yazmak ve yazdığımı paylaşmak, bulduğum o kıymetli benzerlerle ilişkiyi korumak demek. Kör kuyudan farksız bu 21. yy mecrasında şans yardım ederse yeni benzerler bulmak demek. Böbürlenmek değil, böbürlenecek bir insan yaratmaya çalışmak demek. Yazmak algıların açık olması, her dönen muhabbetten üzerine düşünülecek yeni bir soru doğurmak demek. Sistemli düşünerek yanıt aramak demek. Bazen sıçmak, sıçtığını temizlemek zorunda kalmak demek. Yazmak ve yazdığını paylaşmak kendini kendine vaat etmek demek. Cesaretle. Seyirciler önünde. Herkesin motivasyonu başkadır elbet. Ben anlattığım sebeplerle buradayım. Bir de Hafiye karakteri olarak değil, kendim olarak yaşayabilmek için:)

Sevgili Tetteh,
Yazdıklarını ve yazdıklarımı çok düşündüm. Geliştirici bir düşmanın, salaklaştırıcı bir dosttan daha hayırlı olduğuna karar verdim. Madem çıktık er meydanına, hadi gel birbirimize yardım edelim. Malzeme olma bloga, sahibi ol. Sana blog'umda yazarlık teklif ediyorum.

Freitag, 22. Februar 2008

Irina Palm

Ortadirek, muhafazakar, 50 küsür yaşında, dul, anneanne. Yuvarlanıp gitmiş küçük ve mütevazi çemberi içinde, silikçe. Çöplüğünden kafasını çıkarması gerekmemiş. Bu silik yaşlıca kadının, hasta torunu için, kapısında kuyruklar oluşan "seksi el"e dönüşme hikayesi Irina Palm.

Delik bir duvar. Duvarın önünde ihtiyacı karşılansın diye sıra olan erkekler. Arkasında yaralı, şaşkın ama güçlü bir kadın. Amaca odaklanmış. Duygu ve düşüncenin gün be gün ayrışması. Yaşanan trajediyle bir insanın kimliğini bulması.

Film ile ilgili okur yorumlarını buldum çeşitli sitelerde. "İnsanın sevdiği uğruna herşeyi yapabilmesi" filmde insanları etkileyen tema gibi görünüyor. Bu film bundan çok daha fazlasını söylüyor. İzlemenizi öneririm.

Hayat, Seni Düelloya Davet Ediyorum!

Kaderin cilvesi, dün Hafiye'nin blog'unda bir dizi sanal geyik ile adını bulan ve biraz da mecburen açılagelmiş olan Düello, hayatımın yeni bir dönüm noktasına denk geldi.

Beş dakika olmadı, şirketimizin kurulumunun tamamlandığı haberi ulaştı. Bana şans dileyin arkadaşlar. Bu işten de alnımızın akıyla çıkalım:)

Düello
Her tomurcuk bir çiçeğin uykusuna,
Her çiçek bir yemişin kuşkusuna,
Her yemiş bir böceğin korkusuna,
Uykusuzca, kuşkusuzca, korkusuzca yürür.
(Özdemir Asaf)